Şarkıcı Tuğba Ekinci, "Ben asla 'En iyi şarkıyı okurum, en iyi sahne benim' demem. Bizler pop müzik sanatçıları stüdyo sanatçılarıyız. Bizde 'kik' denilen bir ritim vardır ve onun üzerine okuruz. Bunu vallahi bugün bütün ev hanımları yapabilir. Aynı karaoke gibi" diyor ve ekliyor: "Ben insanların asgari maaşla geçinmesini falan sevmiyorum. Bunlar özgür olamazlar ki böyle. Özgürlük yok bizim ülkemizde."
-Instagram’da gerçekten küfür ettiniz mi?
Ettim.
-Niye?
Benim bir tarafım öyledir. Canım sıkıldığında az ve öz yaparım.
-Bu pek az ve öz olmamış Tuğba Hanım.
Şimdi sana bir şey söyleyeyim mi, bu telefonlar çıktığından beri yolda yürürken insanların canı sıkılıyor “Dur” diyor, “Ünlülerden şu kıza, şu adama bir bakayım” diyor. Sonra “Of ne kadar güzel dudakların, ne kadar güzel saçların”. Sen bunu gördüğünde yapabilir misin? En fazla “Tuğba Hanım nasılsınız, iyi misiniz” ve “Fotoğraf çektirebilir miyim” dersiniz. Bana o şekilde normalde yaklaşamazken, hani samimi dille konuşabiliyorsa, şakayı kaka yapıyorsa biliyorsun şakalar da yapıyoruz sayfalarda ben de ona öyle yaparım yani. Bunun sanatçılıkla ilgisi var mı acaba, kibar olamamanın?
-Orada hiç yer almamak daha doğru bir çözüm olabilir mi acaba?
Şimdi böyle bir Zeki Müren olayı kalmadı artık, Ajda Pekkan saygınlığı! Hatta o dönemlerin kadınları insanları olsak bizim böyle sayfalarda profil açmamamız lazım, çünkü ulaşılmamamız lazım. Biz eskiden Madonna’yı Michael Jackson’ı haberlerde gördüğümüzde uzaylı görmüş gibi olurduk, o kostümlerini filan. Neden? Ara sıra haberlerde gördüğümüz için. Üç kanal vardı: Star, TRT ve Kanal D.
Şimdi artık gençlere bakıyorsun Rihanna’sı, Justin’i elinin altında, her dakika gördükleri için bunların artık idolü de kalmadı. Biz idol ne bilirdik, diva ne bilirdik. Artık diva diye bir şey kalmadı. Elinin altında olan şeyler çok olursa hayal dünyası da o kadar az olur. Bizler plaklara bakıp şarkıcı olacağız derdik. Onların makyajlarına bakar yapardık aynısını filan. Sigara içmezdik onlar gibi. Sanatçılığın gereksinimlerini öğrenirdik televizyonlardan. Öyle öyle heveslene heveslene şarkıcı olduk. Ben ilk oyunculukla başladım.
-Öyle mi?
Osman Sınav’la başladım ilk 3-4 sene.
-Ekranda da çok güzelsiniz. Niye peki şimdi dizide oynamıyorsunuz?
Keşke şimdiki aklım olsaydı. Ne şarkıcı, ne de oyuncu olurdum. Başka işler yapardım. Göz önünde olmanın iyi bir şey olmadığını yaş ilerledikçe anlıyorsun. Her yönden. Yani tutucu olmak zorundasın, rahat hareket edemezsin, rahat konuşsan bile insanlara fazla gelir. Böyle bir şey, göz önünde olmak. Normalde artık herkes günümüzde rahat konuşuyor. Biz konuşunca değişik geliyor.
-Ama siz yine de bu piyasanın içerisinde en çekinmeden konuşan insanlardansınız.
Ben hiçbir zaman sanat camiasında Zeki Müren’lerin, Ajda Pekkan’ların divalığını göremedim. Onu görmeyince zevk alamadım ben bu ortamdan. Biz şimdi bu en iyilerden bahsederken, en böyle seneler öncesinden yurtdışına bakıp kendini eğitmeye çalışan insanlardan sonra gerisi gelmemiş! Neden gelmemiş? Bu insanlar hep çok fazla sanatçı ruhlu olduğu için kendini koruyabilmişler, Ajda Pekkan gibi.
O zamanlar halkın eleştirisinden etkilenmemek çok büyük bir yürek ister. Bunlar böyle oldukları için ben daha sonrasını böyle görmedim ve dedim ki “Ben neden kasayım?”. Tabii ki ben çok değişik camialarda, çok değişik cemiyetlerde iş kadını olabilecek bir kapasiteye sahibim. İş kadını olsaydım böyle bir kız olmazdım. Benim sanat camiasında insanlardan çekinebileceğim bir ortam görmedim.
Benden daha zeki, benden daha bilgili bakan bir insan görmedim. Şovmen görmedim. Saygın bir ortam yok çünkü. Şimdi artık içimden de gelmiyor. Asıl şimdi ne yapacağım? Hadi daha önce çılgındım. Şimdi içimden de gelmiyor gittiğim yerde bir şeyler yapmak.
-Ne yapacaksınız peki bundan sonra?
Şöyle yapıyorum. Şarkıcılığımla ilgili olarak, hiçbir zaman “Ben Ümmü Gülsüm’üm” demedim. Devam ettiriyorum fakat, mesela Ajda Pekkan’la yan yana gelip bir şarkı söylemem lazım gibi geliyor. Ben böyle Tarkan’ım, ondan sonra çok satan Demet Akalın’ım, buram buram besteler yapan Gülşen’im veya marjinal Hande Yener’im demiyorum. Bunların hepsini karıştırın ve ortaya bir şey koyun. Nazan Öncel’le üç sene önce düet yaptım. O kadın hiç kimseyle yapmaz kolay kolay. Kendimi sevdiren bir insanım.
Bunlar divadır sonuçta. Bunların yanında olmak hayatlarındayken ve onlarla iş yapmak benim şarkıcılığımdan söz ettirmemi sağlıyor. Valla ben asla “En iyi şarkıyı okurum, en iyi sahne benim” demem. Bizler pop müzik sanatçıları stüdyo sanatçılarıyız. Bizde “kik” denilen bir ritim vardır ve onun üzerine okuruz. Bunu vallahi bugün bütün ev hanımları yapabilir. Aynı karaoke gibi. Bize böyle 3-4-5 derler. Tonumuz bellidir. Zaten öyle hayvan gibi Sertap Erener yok.
Benim popçular arasında hayvan gibi, Sertap gibi çok iyi sesi vardır, benden çok üstündür diyebileceğim bir insan yok! Ama Hadise hep farklıdır benim gözümde ses olarak ama köşeli okumaya girdiğin zaman ses istemiyor canım. Pop müzik çok oktav istemiyor. Oktavlı bir şarkı türü değil.
-Doğru şarkı, doğru sahne.
Evet, sahne elektriği. Room barlara gittiğimde mesela ne sesler var. Ama çok benzer ses renkleri. Ve hepsi şarkısının sahibinin aynısını yapıyorlar. Papağancılık. Biz oktavımızı değil, tınımızı sevdiriyoruz. Bilmem belki de şakalarımızı. Ben ona çok üzülüyorum. Bizim işimizi sesi olmayan insanlar yapıyor denilince. Bizim de kendimize göre bir ses rengimiz, kalitemiz var ki insanlar o kadar şarkımızı indirip dinliyor.
Ama benim demek istediğim ‘O Ses Türkiye’ye baktığında da öyle ses rengi hiç değişik birisi yok. Oktavın çok yüksek değildir ama yumuşaksındır, duygu yüklüsündür. Bir ‘Pop Star’ Mehtap yoktur mesela. Kolay kolay çıkmaz yarışmalardan, ben ona bayılırım. Ama zamanı mı gelmedi yoksa alttan böyle mi geliniyor, hani arabesk mi bitti anlayamadım.
-Arabesk bitti.
Bilemem. Zaman alır. Sibel Can’ın hayatına baksana 30 sene. 30 senede Sibel Can olunuyor. Türk sanat müziği olsun, bu tip sesler olsun birazcık emek verecekler, yatırım yapacaklar. Yaylı sistem bizim gibi fabrikasyon değil. Demek istediğim bazı seslere saygım sonsuz ama pop müzik böyle bir şey değil. Eleştirilmeye gerek yok. Çünkü pop müzik yapan herkeste ses yok.
-Sizi Bülent Ersoy’un programından sonra daha çok eleştirdiler değil mi?
Bunu niye anlattım. Hiç onunla ilgisi yok. Oyunculuktan şarkıcılığa geçtim, room barlara gittim çok iyi sesler görüyorum ama benim şarkıcılığa, pop müziğe bakışım böyle demek için anlattım. Bülent Ersoy olayı için de şöyle söyleyeyim. Hangi sanatçı Nilüfer’in en zor şarkılarını, Nükhet Duru’nun şarkılarını canlı okuyacak kadar delikanlı? Benden rica ettiler ben de olur dedim.
-Onlar mı o şarkıyı söylediler?
Yok, canlı dediler.
-Ben de dedim ki ne kadar büyük özgüven...
Provalarda sorun olmadı ki. Ses gitti içerde. Oradaki triplerime dikkat ettin mi? Oraya bakıyorum, aşağıya bakıyorum, saza bakıyorum. Bir de A’ları zor değildir ‘Delikanlı’nın. B’si zordur. A’larda rahatsızlık çektim Allahtan. B’lerde olsa ne komik olurdu. A’lar en basittir, pestir onu da duyamadığım gayet normal. Orada saz çalıyor ya zaten canım. Burada bir keman çalsa konuşmamızı zor duyarız.
Canlı yayın çok farklı bir şey. Direkt, saz ekibi ve mikrofon sistemi. Duyman lazım. Bir müzikal ortamda sahne aldığın zaman durum böyle değil. Duyamasan da devam edersen girersin orada. Ama canlı yayında öyle bir şey yok. Duyamasan da duymaya çalışırsın ama böyle saçma sapan bir ses çıkartacağına peslerde kötü olursun daha iyi, ben de öyle yaptım. Ki ben canlı yayınlarda canlı okuyan bir kız değilim.
Demoralize oldum mu? Olmadım. Devam ettim sonuçta. Daha yayın bitmeden ortalık yıkılmış zaten. Bir geldim eve. Aa bu ne böyle dedim herhalde sanat hayatım bitti dedim.
-Bitti mi?
Tam tersi. Çok playback gidiyordum artık canlı gitmeye başladım. Sırf insanlar orada bizimle dalga mı geçti, hani Tarkan olaylarım da var ya... İnsanlar beni ciddi mi yaptı yoksa dalga mı geçti diye anlamıyorlar. Çünkü bakıyorlar ‘Delikanlı’nın zor yerleri temiz çıkıyor. Dediler bilhassa yaptı herhalde. Ve o günden sonra sahne teklifleri hep canlı geliyor ve bu benim çok zoruma gidiyor. Çünkü canlı ile orkestra arasında çok az bir para farkı vardır. Ben diğerini severim. Ben aslında playback gitmek istiyordum. Ama artık zorla canlıya çağrılıyorum.
-Bu Tarkan meselesinden sonra bazı yerlere davet edilmediğininiz doğru mu?
Yok, hayatım olur mu öyle şey. Ben o zaman da aynı haftasında Doğan grubuna gittim zaten. Bir sürü televizyon yayınına çağırılıyorum. Ben de Fikret Ercan’ı aradım “Öyle bir şey var mı?” dedim “Yok” dedi.
-Davetlere diyorum?
Doğan grubu buna karar veriyor sonuçta. Kime sorabilirim Fikret Bey’e değil mi? Yani sordum, o da yok dedi. Çağırılıyorum, ama ben gitmiyorum. Kelebek Ödül Töreni ondan sonra 2 defa daha yapıldı. Gitmem için, madem artık her yerde bu gurubun gecesinden bahsettirdim bana bir şey vermeleri gerek dedim. Komik. Ben zaten öyle geceleri renksiz bulduğum için sahneye çıktım zaten.
Her seferinde güzel giyinin gelin. Ben neden her seferinde güzel giyinip geliyorum, kırmızı halı var diye kendimi Hollywood’da zannediyorum. Ben zaten mistik bir yapıya sahibim. Albümlerim çok satsın diye uğraşmıyorum. Uğraşsam herkesten çok sattırırım. Bakıyorum bir sahne ortamı yok. Albümleri çok satanların doğru düzgün sahneleri yok. İnsan olabilme konsepti yok.
En iyi sahneler komedi geliyor bana. Asansörü var bunların, koreografisi var, yurtdışında bir animasyon filan getir. Yok, hiçbir şey yok. Aynısını diğerleri de yapıyor. Bir Hande biraz daha atraksiyonlu bir şey yaptı ama, benim dediğim o da değil!
-Ben sizi Hülya Avşar’a benzetiyorum.
Hiç benzemiyorum. Şerefsizim eğer benziyorsam!
-Kötü bir şey söylemedim.
Adım Tuğba’ysa sana yemin ederim Hülya Avşar’ı izlediğim zaman, o çok daha başka bir dünyanın kadını.
-Hangi dünyanın kadını?
Utangaçlık var. Kıvırma var. Çocuğu var, yaşantısı farklı. Yeşilçam’dan gelme ve bunlar farklı kadınlar. Hayata bakışı farklı.
-Kısaca Hülya Avşar demode mi diyorsunuz?
Hayır, şöyle anlatayım. Demode demiyorum. Hülya Avşar baktığın zaman kendi kitlesinde en genç kız. En kafa.
-Ama Hülya Hanım’ın da dilinin kemiği yoktur ya...
Dilinin kemiği değil ki benim dediğim. Karakter benim dediğim. Sanat hayatına bakış benim dediğim. İlla ben her gün zirvede olacağım, benim sözüm geçecek ve fazla dikkat çeken kadın olmayı istemedim ki! Ben o yaptıklarımı benden bahsedilsin diye değil sıkıldığım için yaparım. Hülya’da bir “zirvecilik” vardır. Ben de öyle bir şey yok. Ben Hülya Avşar olacağım ve herkes benimle öyle görüşebilecek. Aaa!
-Ben o amaçla yapmadım dediniz ama dışardan öyle gözükmüyor.
Yok canım. Ben sıkıldığım ortamda dağıtırım. O gün benim hayatımda 6. Kelebek törenine gitmem. Ya da 5 sayısını bilmiyorum. Her seferinde aynı şeyleri izlemekten sıkıldım. Bizim Avrupa basınımız niye yok?
-Dışarıdan bakınca nasıl gözüküyor biliyor musunuz? Sanki siz onu planladınız.
Ama şimdi bana hak verdin mi?
-Öyle gözüküyor.
Sen artık insanları tanıyorsun. Konuşma şeklini biliyorsun. Tavırlarını biliyorsun. Benim tavrımda öyle bir şey var mı?
-Şu anda yok.
Yok. Çünkü neden, sana söyleyeyim. Ben bu işi yaptığımdan beri Türk kanalları izlemiyorum. Devamlı yabancı kanalları izleyince ‘bizim basınımız niye dünyada yok’ oluyorum. Biz komik bir dünyayız. Türkiye ve Türkiye gibi ülkeler ‘tık tık kapa’. Birbirimizi izleyip kapatıyoruz. Kendimizi hiçbir yerde göremedik, göremeyiz de. Çünkü bizim özel gecelerimizde harcanan paraya dünya basınında dikkat çekmek için yapılan bir hareket yok. Ben niye sadece Türkiye sınırları içinde seyrediliyorum ya?
-Siz uluslararası mı olmak istiyorsunuz?
Hayır. Her şeyimizle olmak istiyorum. Ben dediğim biz. Gittiğimiz ödül törenleri. Tarkan kapris niye yapıyor? Niye arkadan geliyor, ödülünü almadan gidiyor? Tarkan ‘international’ mı da ben zevk alayım onu izlemekten. Yanına gidemeyeyim sıkıldığımda, “Kardeşim ne yapıyorsun sen” diyemeyeyim... Zeki Müren midir bu? Kalp krizi mi geçirecek? Şekeri, tansiyonu mu var? O da bandrolle çalışıyor ben de bandrolle çalışıyorum. Demek istediğim o geceler ‘çok renksiz geceler’.
-Ama bu piyasada da garip bir hiyerarşi hep vardır. Yani onlar star!
Ben eğlenmeyi seviyorum. Ben bir geceye davetliysem, eğleneceğim. O törende sahneye çıktım, her gazete o ödül törenini haber yaptı. Günaydın’da da çıktı, Milliyet’te de çıktı, Sözcü’sünde de çıktı, orada da çıktı burada da çıktı. Üstelik bunlar farklı grupların gazeteleri. Birbirlerinin haberlerini yapmazlar değil mi? Ama herkes yazdı o olayı! Yani ben öbür sene oraya gideceksem davetiyeyi bana öyle sıradan yollamasınlar. Bana “Tuğba, geçen sene yaptığının bir değişiğinin esprisini yap eğlenelim” desinler!
-Ama ondan sonra ödül almaya gelenler der ki “Tuğba Ekinci varsa ben gelmiyorum”.
Konu o değil. Bir sürü atraksiyon var. Konu ödül alma değil. Konu bizim gecelerimizin geri zekalı gecesi olması. Geri zekalı bizim gecelerimiz. Ödülünü biri veriyor, alıyor gidiyor. Böyle bir şey yok ki. Dünyada yok. Dünya kadar ödül töreni yapılıyor. Görmüyorlar mı? Ben kompleksli bir insan olsam bunları söylemem. Ben bütün bunları o gecelerde sıkıldığım için yapıyorum. Bu benim eğlence dünyam diyorum!
-Çok yalnız mısınız? Öyle bir his var bende. Mesela ben sizin başka bir şarkıcıyla resminizi hiç görmedim. Hep sizi ben yalnız görüyorum. Niye öyle?
Ben çok fazla magazinde bir erkekle, benden üstün bir erkekle... Anladın mı? Sonrasında rahatsız olurum gibi geldi. Yani benden üstün derken…
-Erkek olarak sormuyorum, arkadaş olarak soruyorum.
Arkadaşlarımı da şöyle seçiyorum, sanat camiasındakilerin ‘boş’ olduğunu düşünüyorum. Çok marjinal görünüyorlar. Ya da çok şaşalı bir dünyanın insanıymış gibi görünüyorlar. Kalabalık seviyorlar. Ben kalabalık sevmiyorum. Dolu insanla geziyorlar. Eve geldiklerinde ben onların hayatlarını tahmin ediyorum. Benim neyse onların da öyle. Pijamalı. Şimdi sen neyin derdindesin?
Hepimizin ortamı bu. Biz dünya sanatçısı falan değiliz. Türkiye gibi hala asgari maşla geçinen bir ülkenin tanıdığı insanlarız. Ben onları sevmiyorum anladın mı? Yıldız Tilbe ile arkadaşımdır. Onunla da çıkıp öyle fotoğraf çekilmeyiz. Nazan Öncel ile görüşürüm ara sıra. Onun da evinden çıkıp kafelerde oturma huyu yok. Ben Alişan’la, Yıldız hanımla, Nazan Öncel ile ondan sonra kızlardan Hande, Ayşe Hatun… Biz bunlarla kafa dengiyiz.
-Çok da gezmiyorsunuz.
Ben nasıl desem hani böyle insanlarla arkadaşız, konuşuyoruz ama bir şey katmıyor. Yanlış anlamasınlar. Yıldız hanım, Nazan hanım hariç. Bu işi yapan yaşıtlarımdan bir şey alamıyorum. Pop müziği zaten kulak istiyor. Eğlenceli bir şeylerden anlaman lazım. Hani parti kızı olman lazım. O zaten bende var. En eğlenceli benim. Benden daha eğlenceli gelmiyorlar.
-Ama şimdi arkadaş olmaya da iş gibi bakamayız canım.
Ama öyle deme. Yan yanayken sorun oluyor. Hani sanki bu işi biri ona daha iyi öğretmiş, bana öğretememiş. Ben karışmak istiyorum mesela. Ben keşke mesela plakçısı olsam, yapımcısı olsam daha değişik şeyler yaptırırım. İnsan insanla arkadaş olduğunda iyi kötü işe giderken giyin falan demiyor mu? Ben onları söylemeyi seven biriyim. Onları söylemeyeceksem ben ne yapacağım?
Bir tek iş değil konu. Her şey. Bizde konuşacak bir şey yok, bizim piyasada. Konuşabileceğin, beslenebileceğin bir şey yok. Sana söylemeye çalıştığım şu; sahne hayatı, sahne hayatı olan insanda merak edilecek hiçbir şey uyandırmıyor. Ben oyuncu arkadaşım olsun isterim, yönetmen arkadaşım olsun isterim. Neden? Onların yaşantısı farklı bizden. Bizimki aynı öbürüyle.
-Siz farklı dünyalar tanımak istiyorsunuz.
Aynı geliyor onlarla dünyam bana. Yıldız hanım hariç, Nazan hanım hariç aynı geliyor. Diğerleriyle aynı geliyor.
-Mesela şu sıralar kimi dinliyorsunuz?
Ben burada dinlemiyorum.
-Hiç kimseyi mi?
Yo dinliyorum iyi bir şey olduğunda. Mesela Ayşe Hatun’dan (Önal) bir şarkı geliyor. Ben önceden dinledim stüdyo çalışmasında. Bu çok sevilen öbür şarkısını çok sevmemiştim. Benim başım ağrıyordu. Bu seferki sırf sound. Bu sırf ritim.
-Mesela kim sizce pop müziğin starı?
Valla bana göre star diye bir şey yok. Star nedir biliyor musun? Yapılmamışı yapmaktır. Hepsi aynı şeyi yapıyor. Gidiyor hepsi Bostancı’yı kiralıyor.
-Demet Akalın star değil mi canım?
Ben Demet ile hep konuşurum. Benim sevdiğim şeyleri yapmıyor. Ben albümleri satan Demet Akalın olacağım aman Allahım… O sahneyi, o şıklığı sana anlatamam. Hiçbir yere sığmam. İyi ki de olmamışım. İyi ki de öyle bir hırsım yok. Nasıl geliyorlar buraya 18 TIR, haydi benimki de olsun 8 TIR...
-Ama kim verecek o paraları?Ona göre olunur. İşte budur star.
Ama her ülkenin çeşitli ekonomik şartları var.
Ajda Pekkan 40 yıldır bu işi yapıyor ya. Aynısını şimdikiler de yapıyor. 40 yıldır, 50 yıldır Ajda Pekkan’ın yaptığının aynısını yapıyorsanız size star demem. Onun hakkını yerim o zaman. Star o. Sizi yakalamış. Kaç seneden beri aynı heyecana sahip. Benim dediğim daha başka heyecanlar.
-Siz Türkiye’de hiç kimseyi merak etmiyor musunuz?
Yok hayatım neyi merak edeyim?
-Burada yaşamaktan mutlu musunuz?
Hayır.
-Türkiye’de yaşamaktan mutlu değilsiniz, niye?
Çünkü ben insanların asgari maaşla geçinmesini falan sevmiyorum. Bunlar özgür olamazlarki böyle. Özgürlük yok bizim ülkemizde.
-Özgürlük derken…
Yol yapan oldu diye kendilerini mutlu hissettiler. Hani aç insanlar, aç ülkeler alana kadar canım cicim der. Aldıktan sonra sırtını döner. Benim dediğim ülke psikolojisi o değil. Ülke dediğin vatandaşının her şeyini tam yapan ülkedir.
-Ama Türkiye gelişmekte olan bir ülke.
Ama benim kafam o değil. Ben gelişmekte olanı istemiyorum. Ben gelişmiş ülkelerin insanıyım. O yüzden bu ülkede bu kadar.
-Siyasi ortamdan hoşlanıyor musunuz?
Herkesin bir yoğurt yiyişi var. Kesimleri kullanma şekli var. Bu kesimin de böyle bir idareye ihtiyacı var. Bu kesimin bu idareye ihtiyacı olduğu için de böyle gidecek!
-Gidecek derken?
Böyle gider.
-Daha gider yani?
Kesilmediği sürece böyle gider. Benim şikayetçi olma hakkım yok. Çoğunluktur önemli olan. Uyum sağlamak zorundasın. Bu ülkenin gereksinimleri buysa, sen de bu ülkenin vatandaşıysan, buradan çıkarsın başka bir yere gidersin, bu ülkeye ayak uydurmak zorundasın. Bu ülkenin gideri bu. Ankara’da siyaset yapılır, röportajda siyaset yapılmaz. O zaman Tuğba Ekinci siyasetle ilgili konuşmak istiyorsa Ankara’ya gidip konuşması lazım. Gezi Parkı’nda falan siyaset yapılmaz. Magazin sayfalarında siyaset olmaz...